Yakinen Hangi Dil?
Bir sabah Kayseri’nin sert havası yüzüme çarptığında, biraz tereddüt ettim. O an fark ettim, yıllardır yaşadığım bu şehirde, bazen kelimeler bile beni uzaklaştırabiliyor. “Yakinen hangi dil?” sorusu, belki de ilk kez, bu kadar belirgin şekilde aklımda yankılandı. Hani, bazen o kadar yakınsınız ki, dilin ne olduğunu unutur, sadece duygularınızla var olursunuz. Ama bir dil olmalı, değil mi? Duyguları paylaşmak için bir yol… Peki, bu dil ne olmalıydı? Bu soruyu bana hatırlatan bir anıyı paylaşmak istiyorum.
Bir Akşam, Bir Kelime
Bir akşam, telefonum çaldı. Arayan, eski bir arkadaşım, Zeynep’ti. Ne zamandır görüşemiyorduk ve bir süredir kendisini aramayı düşünüyordum. Ancak o gün, sadece sesini duymak bile bir tuhaflık yarattı içimde. Zeynep, her zaman hayatla ilgili her şeyin en basit halini, en sade şekilde anlatan biriydi. Ama o akşam, onun sesindeki tını çok farklıydı. İçindeki o melankoli, içten içe kaybolmuş bir şeyler vardı.
“Ne oldu?” diye sordum. Zeynep bir süre sessiz kaldı, derin bir nefes aldı, sonra cevabını verdi:
“Yakinen hangi dil? Bunu gerçekten sordum kendime.”
Ben de ona soruyu tekrar sordum: “Ne demek istiyorsun?”
“İşte,” dedi, “Bazen birinin hayatına o kadar yakın oluyorsun ki, kelimeler anlamsız hale geliyor. İçinde sakladığın duygular, kelimelere dökülecek kadar ‘yakın’ olmuyor. Ve sonra, birden bir soru beliriyor kafanda: ‘Yakinen hangi dil?’ Çünkü, bazen tüm kelimeler yetersiz.”
Kırık Bir Duygu
Zeynep’in söylediklerini anlamaya çalıştım. O an, bir anda tüm hissettiklerim yerli yerine oturdu. Kendi hayatımda da benzer bir boşluk vardı. İnsanlarla ne kadar yakın olursa olalım, bazen en derin duyguları açıklamak o kadar zor oluyor ki. Gözlerindeki anlamı, sesindeki tonu duymak, onu anlamanın tek yolu oluyordu.
Bir süredir hissettiğim kırık bir duygu vardı içinde. Evet, dilin, kelimelerin gücü büyük ama bazen o gücün bile yetersiz kaldığı anlar var. Zeynep’in söyledikleri bana, dilin bazen “yakinen” öyle bir yetersiz kaldığını hatırlattı. O an, her şeyin bir anlam kazanması için bazen sessizlik yeterli oluyor. Ama yine de insanın içindeki boşlukları kimseyle dolduramayacağını bilmek, insanı yalnız bırakabiliyor.
Hüzün ve Heyecan
Bir süre Zeynep ile konuşmadık, ama ben her gün bir şekilde onun söyledikleriyle yüzleşmek zorunda kaldım. Hayatımda bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum. O eksiklik belki bir dil eksikliği. Duyguları tam anlamıyla ifade edebilecek bir dil bulmak belki de sadece bir hayal. Ama yine de o dili bulmaya çalışırken bir yandan heyecanlanıyorum. Herkesin, her birimizin bir şekilde yakından bağlı olduğu bir dil vardır belki. Bunu bulmak, tüm kırık duyguları birleştirip anlamlı hale getirmek… Bu, bir tür keşif gibi.
Kayseri’nin sokaklarında yürürken, düşüncelerim beni sarhoş ediyordu. Yavaşça, “Yakinen hangi dil?” sorusunun cevabını aramaya başladım. Zeynep’in sözleri bir yanda, içimdeki hüzün ve umut bir arada dans ediyordu. Kayseri’nin kararmaya yüz tutan gökyüzü altında, o dilin peşinden gitmeye karar verdim. Her adımda, belki de bu şehirde, belki de hayatımda gerçekten yakın olduğum birini anlamak için bir dil öğrenmem gerektiğini fark ettim.
Ve belki de en sonunda, bu dil ne olursa olsun, bir gün bulduğumda, hem Zeynep’in hem de kendimin içindeki boşluğu dolduracak kadar güçlü olacaktır.
Bir Dil Bulmanın Peşinde
Her şeyin bir anlamı olmalı. Bazen anlam, kelimelerle, bazen ise sessizlikle gelir. Ama o anı yaşarken, dilin, duyguların her halini anlatabileceği kadar güçlü olduğuna inanmak isterim. Yakinen hangi dil? Bu sorunun cevabını bulduğumda, belki de her şeyin en doğru haliyle ifade edilebileceğini fark edeceğim.
Bunu beklerken, belki de o dili daha çok aramalıyım. Ve belki de o dil, bir gün, sadece doğru zamanda doğru kelimelerle bulunacaktır.